Depresyon Nedir?
Depresyonun toplumda oldukça yaygın rastlanılan bir bozukluk olduğu bilinmekte ve tanımlanmasının Hipokrat dönemine kadar uzandığı görülmektedir. Depresyonun en temel belirtileri arasında daha önceden isteyerek ve severek yaptığı günlük etkinliklere karşı isteksizlik ve yaşamdan zevk alamama durumu yer almaktadır. Bunların yanı sıra, zaman içerisinde kişide kederli ve üzgün bir duygu durumudur.
Depresyonun küresel hastalık
yüküne sebep olan ilk on hastalık içerisinde beşinci sırada yer aldığı
görülmektedir. Yürütülen araştırmalarda, toplumdaki yaygınlığının oldukça fazla
olduğu görülmektedir. Depresyonun ergen kızlarda ve erişkin kadınlarda görülme
olasılığının, ergen ve erişkin erkeklerle kıyaslandığında iki kat fazla olduğu
dikkat çekmektedir. Ayrıca, depresyonun başlangıç yaşının değişiklik
gösterdiği, ancak ortalama 20’li yaşların ortalarında başladığı bilinmektedir.
Yapılan çalışmalarda, başlangıç yaşının son yıllarda daha erken yaşlara kaydığı
dikkat çekmektedir.
Depresyondaki bireylerin, geçmişte yaşadıkları olayların olumsuz ve kötü
yanlarını görerek kendilerini suçlu ve cezalandırılmış hissettikleri dikkat
çekmektedir. Benzer biçimde, geleceği de umutsuz ve karamsar olarak
değerlendirerek gelecek ile ilgili çaresizlik düşüncelerinin daha da arttığı
görülmektedir. Kişi hayattan zevk alamaz hale geldiği ve yaşamanın
anlamsız olduğunu düşünecek kadar kendini çökkün hissedebildiği göze çarpmaktadır.
Budak (2000) bu olumsuz bakış açısının günlük yaşamına, kişilerarası
ilişkilerine yansıdığını ve onun okul ve/veya iş yaşamındaki performansında
düşüşe neden olduğunu savunmaktadır.
Depresyon, üzüntü, isteksizlik, karamsarlık, değersizlik, yetersizlik,
güçsüzlük, aktivite azalması, durgunluk, fizyolojik işlevlerde yavaşlama gibi
belirtileri içeren bir sendromdur ve depresyonun günümüzde akıl sağlığı
alanında en çok tartışılan sorunlardan biridir. Ayrıca, depresyonun önemli
düzeyde iş-güç ve yeti yitimine neden olduğuna dikkat çekmektedir.
Ülkemizde psikiyatrik düzeyde yardım gerektiren ruhsal bozukluklar içerisinde
depresif tipte olanların en fazla olduğu bulunmuştur. Toplum içinde klinik
düzeyde depresyonun görülme oranının %10 civarında olduğu gözlenmiştir.
Depresif belirtilerin genel olarak toplum içindeki yaygınlığı ise %13-20
arasında değiştiği belirtilmektedir. Depresif belirtilerin hafif düzeylerde
olduğu durumlarda bile, bireyi hareketsizliğe, verimsizliğe, mutsuzluğa ittiği
ve bu nedenle bu belirtileri gösterenlere ulaşılmasının koruyucu ruh sağlığı
açısından da önemli olduğu bilinmektedir.
Depresyonda olan kişilerin düşünce içeriğini, Beck’in bilişsel üçlüsü olan
kendileri, dünya ve gelecek hakkındaki kötümser düşünceler oluşturur (Yalom,
2006). Bilişsel üçlünün ilk basamağı; bireyin kendisini olumsuz bir biçimde
değerlendirmesidir.Bireykendisini yetersiz, beceriksiz biri olarak
değerlendirir. Bu değerlendirmesi de bireyin değersiz,istenmeyen biri
olduğunuve beraberinde ikinci basamak olan; dış dünyanın anlamsız bir yer
olduğuna dair düşünmesine neden olur. Üçüncü basamakta ise geleceğe yönelik
olumsuz beklentiler oluşur (Arkar, 1992)
Majör Depresif Bozukluğun (MDB) DSM-V açısından tanımlanması için en az 2
haftalık süre içerisinde 5 ana belirtinin bulunması gerekmektedir. Bu
belirtiler arasında depresif duygudurumu ya da eskiden ilgi duyulan
etkinliklere ve olaylara ilgi ve zevk kaybı bulunmalıdır. Ek olarak, uykuda,
iştahta, odaklanmada ya da karar almada değişiklikler, değersiz ve suçlu hissetme
ya da psikomotor yavaşlamalar ya da yerinde duramama belirtileri bulunur.
Belirtilere değersizlik, suçluluk duyguları ve intihar düşünceleri eşlik eder.
Majör depresif bozukluk hastalıklarının yüksek oranda anksiyete bozukluklarıyla
da ilgili bir rahatsızlık yaşadığı bilinir. Depresyon ve Anksiyete Bozuklukları
hem birbirini tetikler hem de birbirlerinin çözüme kavuşmasını zorlaştırır.
Tedavi için kesinlikle majör depresyon bozukluğu olan hastaların psikoterapi
yardımı alması gerekir. Bilişsel davranışçı terapilerin yaygın olarak
kullanıldığı bir hastalık da olsa majör depresyon bozukluğu, sosyoterapi ve
psikodinamik terapiyle bireyin sosyal hayatını etkileyen, belirleyen ve
baskılayan dinamikleri analiz etmek bireyin tedavisi açısından çok faydalı
olacaktır. (Kring, Ann M., et al. Abnormal Psychology. John Wiley & Sons,
2015).
Gizem AKCAN